DENİZİ ve DENİZCİLİĞİ SEVEN AMATÖRLERE MERHABA..!
SAYFA REVİZYON AŞAMASINDADIR VE AMATÖRCE HAZIRLANMAKTADIR
ESKİ BİR GEMİ FİLİKASINDAN ZARİF BİR YELKENLİYE ..! (Eski teknem)
Tersanelere tamir, bakım, revizyon veya söküm için gelen gemilerden çıkarılan eski malzemeler hurdalıklara atılır. İşe yarayanlar kilo ile, veya parça başı satılır. Yaramayanlar ise kendi kaderlerine terk edilerek, doğanın onları yok etmesi beklenir. Aşina'yı da bir tersanenin hurdalığında 1993 yılında görmüştük. O'nun gerçek yaşını bilemiyoruz. Hangi geminin cankurtaran botu olduğunu, Türk'mü?, yabancı'mı?,,, onu da bilemiyoruz. Ama, büyük olasılıkla mataforasından hiç indirilmemiş, deniz kurallarına göre emniyet amacı ile gemide uzun yıllar süs gibi durmuş, belki de tüm dünya denizlerini, tepedeki sallanır iskemlesinden seyretmiş, nazlı bir kız... Karinasına hiç deniz suyu değmemiş saf bir bakire... Yavaş yavaş yaşlanmaya başlayınca, yerine fiberden bir tanesi koyulup toprağın üzerine atılmış bir kocakarı... Bir kaç yıl da oracıkta toprak anasının kollarında uyumuş... İnsanların duyamayacağı bir sesle kaderine ağlamış durmuş... Biz duyduk..!!
Baktık orada..! Yalçın ile yıllarca uğraştık, didindik sonunda onu tekrar denizlere, sevgilisinin kollarına kavuşturduk. Beyaz gelinliği rüzgarlarla doldu... Tenini, mavi sular okşadı... Dalgalarla kucaklaştı... Mutluluktan uçtu sanki...
Aşina'nın gövdesi, eski tekne yapım yöntemlerinden zamanın en sağlam tekniği ile yapılmış. Basma tiriz, bakır perçin yöntemi ve de bindirme kaplama... Birbirine blok tahtalarla eklenmiş tam boy çam tahtaları, geçici bir kalıp üzerinde yaklaşık bir santim bindirilerek gövde oluşturuluyor. Tabii bu binme noktaları özel bakır perçinlerle tutturuluyor. Bakır perçinler iki parçalı oluyor. Çiviye benzeyen parça dıştan çakılıyor, içeriden konik bir pul, çivinin başına geçirilip özel bir aparatla çekiçleniyor. Konik pul ağaca gömülüyor ve formu itibariyle yük altında bakır perçin çivisini daha çok sıkarak kesinlikle yerinden çıkmıyor. Daha sonra, istim eğrisi dedikleri meşe çıtalar, altı kapalı uzun demir borular içerisinde kaynatılıyor, peynir gibi yumuşatılıyor ve teknenin içine basılıyor. Bunlar da ayrıca teknenin içine perçinleniyor. Tekne gövdesi temelde böyle oluşuyor. Konstrüksiyon mükemmel..! Üst üste binen kaplamalar, boylamasına yükleri, basma tiriz eğriler de çevresel yükleri alıyor. Narin yapı, hafif ve esnek...
Dizayn, klasik 20 ft. tahlisiye botu. 2 metre eninde baş-kıç bir sandal... İçinde sac sephiye tankları vardı. Birisine su için bir musluk yapılmış. İki çift kürek iskarmozu yanısıra, oturaklarından birinde de yelken direği için delik. Baş kıç sivri dedim ama kıç tarafta omurga hizası köşeli geliyor. Dümen takılması için... Direk deliğini dalgın bir usta yalnışlıkla arka oturağın üstüne yapmış... İçindeki toz toprak, çöpler ve tüm hamulesi ile almıştık o yıl... Planları çizdik, hesaplar yapıldı, rakamlar çıktı ve Kadir usta (keserinin gösterdiği yöne doğru) başladı... Tekne, önce tüm gereksiz parçalarından kurtuldu. Küpeşteler, oturaklar, dikmeler, demir kancalar söküldü. Küpeşte, meşe tahtaları ile 10cm yükseltildi. Safrayı taşıyacak 4 adet döşek koyuldu. Biz, bir problemle karşılaşıp kara kara düşünürken Kadir'in keseri zaten işi bitirmiş oluyordu... Sonra düzeltmeler, bizim keserimizin doğruları... Safra, hurdacıdan alınan 160 kg demirin ahşap yığma altına sintineye kadar ulaşan çıvatalarla bağlanması ile oluşturuldu. Güverte ve kamara, çizimlere uyularak kabaca yapıldı. Sonra biz aldık sazı elimize, "bu adamlar da ustaymış" dedirtecek şekilde.. Alladık pulladık... Motor, tesisat, donanım, akla gelmeyecek yüzlerce detay... Sorunlar, problemler... Paralar ödendi... Kızımızı denizle evlendirdik... Ancaaak!.. Bu evliliğe karşı çıkan aksi bir ihtiyar vardı... Kimdi biliyormusunuz? 1953 doğumlu dizel motorumuz... Kontağa ilk basışımızda volanı yerinden çıktı... Sabitledik... Bu sefer contasını patlattı... "Çalışmıyorum..!" diyordu... Neden..!?.. Emekliymiş...! Biz onu zorla rahatsız etmişiz..! Ayrıca, eski sahibinin bizi iyice kazıkladığını da söyleyip duruyordu... Çare yoktu, O'nu ikna edemedik ve bastık eski bir yelken... Bumbadan direk yaparak... İlk sefere doğru... Girdik bir yere. Kutladık bu temmuz akşamını. Farşlara devrilen şişeden Aşina'da nasibini almıştı o gece... İşte o gecenin bir yarısı, Duran aga'nın motoru bizi limanımıza kadar çekti.
Ertesi yıl yaşlı motorumuzu malulen emekliye ayırdık. Makam koltuğunu genç bir elemana bıraktı. Yeni eleman zıpkın gibi iki silindirli bir Ruggerini idi. Bizim ihtiyar ise, yıllarca mendireğin duvarından denizi seyretti durdu. Sonra bir gün ansızın kayboldu...
Aşina, bizi yıllarca gezdirdi... Uzunca yolculuklara da götürdü bizleri. Fırtınalara birlikte göğüs gerdik, martılarla yarıştık, yunuslar yoldaşımız oldu. Birlikte ıslandık, birlikte kuruduk. Kar altında beyaza boyandık birlikte... Gün geldi Marmara'nın o karamsar ve üzüntülü günlerinde bize kapılarını açtı, mekanımız oldu... İşte o günler korkudan ailecek O'nun koynunda uyuduk... Sırdaşımız, arkadaşımız, kızımız, aşkımız oldu yıllarca... Ayrılma zamanı gelmişti.... Öyküsü bitermiydi Aşina'nın? Bal gibi biterdi... Onu satın alacak insanlara bağlıydı bu... Öyküsü bitermiydi Aşina'nın?..... Kaygılıydım...!
Sevinçliyiz... Çünkü öykü bitmiyor... Aşina'nın öyküsü yeniden başlıyor...Çok sevinçliyiz... Çünkü, artık O'nun çok iyi yeni sahipleri var... Üzerine titriyorlar ve çok seviyorlar Aşina'larını... Yavaş yavaş o da yeni sahiplerine alıştı. Artık yaramazlık yapmayacak...!
Eylül 2001
-----------------Yıllar sonra--------------------------
Ekim 2008 de bir gün boğaz yolunda belediye otobüsündeyim. Uzaklarda bir takım balıkçı kulübelerinin arkalarından, birçok tekne direği gözüküyor. Aralarında bir direk dikkatimi çekiyor. Kibrit çöpü gibi gibi görünüyor. Henüz çok uzaklarda... Otobüs yaklaşıyor, yaklaşıyor... Ve işte ! Evet tahmin etmiştim, Aşina orada kıyıya bağlı nazlı nazlı yüzüyor. Ama otobüsümüz saygısızca ve hızla geçiyor önünden. Bir an görebiliyorum ancak. Tabii ilk durakta inerek Aşina'nın yanına koşuyorum. Tam karşısında bir bank var, hemen oturuyorum. Aşina'nın mutlu olduğu gözünden belli. Çok iyi bakılmış, her detayı özenle korunmuş. Eski sevgiliye "Eveet.!" diyorum, "Söyleyecek çok şeyin vardır. Senelerdir neler yaptın, neler yaşadın, anlat bakalım." Aşina yine kimselerin duyamıyacağı bir frekansta anlatmaya başlıyor. "Endişelenme Kaptan.!" diyor, "Endişelenme! Öyküm bitmedi..." ve anlatmaya devam ediyor...
Kasım 2008
Yıl 1969 resimdeki çocuk Marmara'nın billur sularında, (Latin yelken armalı) ahşap sandalı ile denizin tadını çıkartıyor. Yıllar sonra o suların koyu yeşile dönüşeceğini, kıyıda bir duvar gibi yükselen beton binaların, yeşili ve gökyüzünü kapatırcasına birbirleri ile yarışacağını, çeşit çeşit balıkların, artık bu sularda görülemeyeceğini, Eyüp Reislerin, Hulusi Babaların, Hüsnü Amcaların, Ömer ustaların usulca ortalardan kaybolacaklarını nereden bilebilirdi ki?.. Aradan uzun yıllar geçti... Fiberglas, ahşabın yerini alırken, kağıt paralar da, tatlı tebessümlerin tahtına oturdu. Bazı şeyler değişti artık...
FAİK'İN YELKENLİSİ
Bu sefer, Yıl 1968. Dayıoğlu Faik, yedinci kat terasında çıtalardan ve brandadan bir kano yapıyor. O, projeyi yönetiyor, biz kardeşi Bülent ile ona yardım ediyoruz. Yüzlerce raptiye ile brandalaları tutturuyoruz. Üzerlerine macun sürüp, çıtalarla çeviriyoruz. Büyük başarıyla biten tekne, kritik manevralarla merdivenlerden indiriliyor, Ataköy plajında ilk deneme seferlerine başlıyor. Sonraki yıllarda, eksikleri tamamlanıp Tekirdağ'a götürülüyor. Nereden aklımıza geliyorsa, onu bir yelkenli yapmaya karar veriyoruz. Süpürge sopasından direk, inşaat naylonundan yelkenler yapıyoruz. Açıklara sürüklenip, kürekle dönmek zorunda kalınca, salma ihtiyacı doğuyor. Salma için düz bir tahta bulamayınca, bitkiler için ayrılmış 40 çıtayı 120 vidayla birbirine tuturuyoruz. Tabii dayımdan da fırçayı yiyoruz. Daha sonra direk, 4 metreye çıkarılıyor. Tekneyi 5 dakika devirmeden gezen, rekor kırmış oluyor. Ertesi sene Faik, tekneyi revizyona alıyor. Genişletip ciddi bir salma ve bez yelkenler yapıyor. Artık Tekirdağ sahillerinin ilk yelkenlisi hazır. Herkes bizi, Faik'in yelkenlisinden tanıyor. O tekneyle senelerce geziyoruz. Artık tekne iyice eskidiğinde, çevreci bir zihniyetle(!) balıklara yuva (tavalara balık) olması için açıklarda batırıyoruz. Bize, ilk yelken zevkini aşılayan bu muhteşem tekne hiç unutulur mu?.. Çocukların çıta ve brandadan yaptıkları bu tekne, karbon-kevlar'dan hazır alınmış bir "marka" tekneye değişilir mi?... Düşünmek lazım..! O yıllarda...
YAKINDA: İSKANDİL BOTU YAPIMI
YAKINDA: PRATİK VE YARALI BİLGİLER
İLETİŞİM BİLGİLERİ, SAYAÇ VS.